1. Dünya Savaşı

Birinci dünya Savaşı’na Giden yol ve 1914 Krizi

28 Haziran 1914’te Gavrilo Princip adlı Sırp milliyetçisi Bosnalı bir terörist, Avusturya-Macaristan’ın Bosna-Hersek eyaletindeki Saraybosna şehrini ziyaret eden Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun varisi Arşidük Franz Ferdinand’ı ve karısı Sophie’yi öldürdü. Avusturya imparatorunun yeğeni ve tahtın varisi olan Arşidük ülkesinde pek sevilmese de bu olay sonradan I. Dünya Savaşı olarak adlandırılan kanlı Avrupa savaşının fitilini ateşlemişti.

Neredeyse elli yıldır Avrupa’yı saran gerginliklerden doğan bu savaşın nasıl ve neden başladığını anlamak için karmaşık olayların nispeten basit açıklamaları yapılmıştır. On yıllardır okul çocuklarına öğretilen, ‘Avusturya-Macaristan’ın Sırbistan’a saldırma kararı almasının bir ittifaklar ağı yüzünden ikiye bölünen büyük güçler üzerinde domino etkisi yaparak, Avrupa devletlerini istemeyerek de olsa giderek daha da büyüyen bir savaşa sürüklediği açıklaması’, savaşın bitiminden yaklaşık 1 asır sonra artık yetersiz bulunmakta hatta reddedilmektedir. Diplomatik yollarla çözülmesi mümkün bir krizin, güçlü olduğu düşünülen küresel bir sistemi nasıl parçalayıp, dünyanın şimdiye kadar gördüğü en yıkıcı savaşla sonuçlanabildiğini açıklamanın kolay veya açık bir yolu yoktur.

Birinci Dünya Savaşı, 1914’ten 1919’a kadar Avrupa’yı saran, imparatorlukların uzak kolonilerini ve müttefiklerini de içine alacak şekilde yayılmasına, iki tarafın da çok büyük can kayıpları vermesine karşın ve çok az toprak kaybetmesine veya kazanmasıyla sonuçlanan son derece kanlı bir savaştı. Üstelik tüm savaşları sona erdirecek savaş olacağı umulurken sonucunda imzalanan barış antlaşması daha kanlı bir rövanş ‘İkinci Dünya Savaşı’ için zemin hazırlamıştır.

1914’ten alınamayan dersler 1939’da başka bir cinnetin yaşanmasına sebep olacaktır.

Neden?

1914’teki büyük savaşa basit bir sebep aramak isteyenler militarizm, ittifak sistemi, emperyalizm, milliyetçilik gibi sebeple hızlıca saymaktadır. Oysa ki dünyanın neden birdenbire yangın yerine döndüğünü anlamak için öncelikle dönemi iyi anlamak zorundayız. 19. Yüzyıl sonlarında Avrupa’nın büyük güçleri Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya’nın oluşturduğu ‘Merkez İttifakı’ ile Fransa, İngiltere ve Almanya’nın oluşturduğu Üçlü İtilaf adlı iki cepheye ayrılmıştı ki taraflar aynı zamanda şiddetli bir silahlanma ve yeni kaynaklara sahip olma yarışına girmişlerdi. Kimi sosyalist ve anti-militaristler, savaşı çatışmalardan kar elde etmek isteyen silah üreticilerinin çıkardığını iddia etmişse de sonradan yapılan araştırmalar savaş yüzünden dış pazarları küçülen silah sanayicilerinin durumdan memnun olmadığını ve hükümetlere savaş ilan etmeleri için baskı yapmadığını göstermiştir.

Savaş karşıtı sosyalist partilerin oy oranı 1911’de Avusturya’da yüzde 25,4’e, Fransa’da 1914’te yüzde 16,8’e, 1912’de Almanya’da yüzde 34,8’e ulaşmıştı ki sadece bu durum bile tüm milliyetçi kışkırtmalara rağmen Avrupa toplumunun bir bölümü savaş istemediğini göstermektedir. Bununla birlikte hükümetlerin İrlanda’nın bağımsızlık mücadelesi gibi ayrılıkçı hareketleri veya Avrupa’da güçlenen sosyalist hareket gibi muhalif siyasi akımları ezmek için savaş çıkardığı iddialarını da savaşın tek nedeni olarak sunmak da doğru değildir.  Ayrıca o dönemde sadece seçkinci, ırkçı ve milliyetçi amaçlar için değil, Rus sosyalistlerinden İngiliz kadın hakları savunucularına kadar farklı gruplar arasında siyasi amaçlara ulaşmak için şiddet kullanma düşüncesinin tüm Avrupa’da yaygın olarak savunulmakta olduğunu göz ardı etmemek gerekir.

Genelde Avrupalı güçleri ikiye bölen bir ittifaklar ağının savaşın esas nedeni olduğu ileri sürülmektedir. Gerçekten de Avusturya-Macaristan’ın 28 Temmuz’da Sırbistan’a savaş ilan etmesinin ardından bir tür domino etkisiyle Avrupa ülkelerinin birbirine karşılıklı savaş etmişti. Yine de yürürlükte olan birkaç antlaşmanın ülkeleri savaşa katılmaya zorlasa da bunların savaşa “otomatik olarak” katıldığını varsaymak yanlıştır. Tüm ülkelerin liderleri savaşa girip girmemeyi tartışmış ve genellikle kararlarını ancak kendi çıkar ve risklerini değerlendirdikten sonra almışlardır. Bazı ülkelerin gizli nedenleri vardı ve aynı zamanda yanlışlıkla rakiplerinden bazılarının çatışmanın dışında kalacağını varsaydılar.

Emperyalizm de sayılan nedenler arasında olmakla birlikte 1905 ve 1911’de Fas üzerindeki iki kriz, büyük emperyal güçlerin sömürge anlaşmazlıklarının Avrupa’da artan gerilimi riske atmaya değmeyeceği sonucuna varmasıyla barışçıl bir şekilde sona ermişti. Aklı başında hiçbir insan savaşı göze alamayacağı dahası politikacılar ve ordu savaşı istese bile halkın çocuklarını bile bile ölüme göndermek istemeyeceği düşünülse de kitleler son derece önyargılı bir eğitim ve medya sayesinde akıl almaz bir şekilde kışkırtılmıştı ve karşılıklı savaş ilanları tüm ülkelerde yaygın bir halk desteği ile gerçekleşmişti. 1914’ün dünyası bugün anlamakta zorluk çekebilsek de karmaşık sebeplerden dolayı insanların hayallerindeki dünyayı yıkım yoluyla yeniden yaratabileceğine inandırıldığı, her türlü siyasi görüş sahibinin savaş çığırtkanlığı yaptığı son derece gergin bir yer olduğunu anlamalıyız.

Savaşa Giden Yol

 

Balkanlarda Durum

Berlin Antlaşması sonrası Balkan yarımadasında sınırlar

93 Harbi ya da 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin batı sınırındaki Tuna (Balkan) Cephesi’nde, hem de doğu sınırındaki Kafkas Cephesi’nde savaşmış ve ağır bir yenilgi almıştı. Rus ordularının önü açılmış, dirençle karşılaşmadan İstanbul’da Yeşilköy’e dek ilerlemiş, Ayastefanos Antlaşmasını imzalamak zorunda kalmışsa da Batı Avrupa ülkelerinin bu antlaşmanın koşullarından hoşnut kalmamaları sonucu Balkan Yarımadası’ndaki devletlerin topraklarını belirlemeyi amaçlayan ve Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasında üç ay önce imzalanan Ayastefanos Antlaşması’nın yerini alan Berlin Antlaşması’nın imzalanmıştır. Kongreye (13 Haziran – 13 Temmuz 1878) başkanlık eden Almanya şansölyesi Otto von Bismarck, Balkanlar’ı istikrara kavuşturmayı, Osmanlı İmparatorluğu’nun azalan gücünü tanımayı ve İngiltere, Rusya ve Avusturya-Macaristan’ın farklı çıkarlarını dengelemeyi taahhüt etmiştir. Bulgaristan kurulup, Romanya, Sırbistan ve Karadağ bağımsızlığını kazanmışsa da katılımcıların çoğu tam olarak tatmin olmadığından 1912-1913’te Birinci ve İkinci Balkan Savaşı ve sonunda 1914’te I. Dünya Savaşı başlayana dek Balkan devletleri daha fazlası için mücadele edecektir.

Bosna Krizi (1908)

20. yüzyıla girerken Osmanlı İmparatorluğu çöküyordu. Osmanlı’nın Balkan topraklarını ele geçirmek için Avrupa ülkeleri ile yerel milliyetçi güçler rekabet halindeydi. 23 Temmuz 1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilanı ve 5 Ekim’de Bulgaristan’ın Osmanlı İmparatorluğu’ndan tek taraflı bağımsızlığını ilan etmesinin ardından 8 Ekim 1908’de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu resmi olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliğindeki Bosna-Hersek’i tek taraflı ilhak etmişti. Osmanlı’nın çaresizce kabullenmek zorunda kaldığı durum, Sırbistan ve Karadağ’ın şiddetli protestolarıyla karşılanırken Avusturya-Macaristan ile Sırbistan, İtalya ve Rus İmparatorluğu arasındaki ilişkilerin bozulmasına yol açmıştı.

Alman Birliği’nin Sağlanması

Bismarck (solda) tarafından siyasi ve diplomatik liderliğin yakınlaştırılması, Albrecht von Roon (ortada) tarafından ordunun ve talim yöntemlerinin ve Helmuth von Moltke (sağda) tarafından stratejik ilkelerin yeniden düzenlenmesi, 1860’lardan sonra Prusya’yı Avrupa konularında en güçlü devletlerden biri hâline getirdi.

Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcında kıta Avrupa’sının ekonomik ve siyasi açıdan en büyük iki gücü Almanya ve Fransa idi. Oysaki her zaman böyle olmamıştı ki Büyük Savaş’tan 1 asır önce ortada Almanya adlı bir devlet bile yoktu. 1814-1815 Napolyon Savaşları sonrasındaki Viyana Kongresi’nin sonucunda Avusturya Orta Avrupa’daki egemenliğini güçlendirirken, Viyana, Prusya’nın sayıları otuz sekize varan Alman devletleri içinde Avusturya ile liderlik mücadelesine girebileceğini öngörememişlerdi. Bu Alman ikiliği birleşme sorununa iki farklı çözüm getirdi: Kleindeutsche Lösung, küçük Almanya çözümü (Avusturyasız Almanya) ya da Großdeutsche Lösung, büyük Almanya çözümü (Avusturyalı Almanya).

Prusya, ulusal birliği sağlamak amacıyla ilk olarak 1818’de ülke içerisindeki tüm gümrükleri kaldırdığı bir gümrük kanunu çıkarmakla kalmayıp, diğer Alman devletleri arasında da ortak bir gümrük oluşturulmasına çalışmıştı. 1819’dan 1836 yılına kadar,”Alman Gümrük Birliği” (Zollverein) büyük ölçüde gerçekleşmiş olup, bu ekonomik birlik, zamanla siyasi birliği de beraberinde getirecektir. 1849’da Frankfurt’ta toplanan Alman Meclisi, Prusya Kralı I. Friedrich Wilhelm’e İmparatorluk tacını sunmuşsa da Avusturya’dan çekinen kral bu teklifi reddetmişti. 8 Ekim 1862’de Alman birliğini sağlamak için her yolu deneyen, “sürekli düşmanlık ve dostluklar yoktur, sadece Almanya’nın çıkarı vardır” diyen Prens Otto von Bismarck’ın Almanya Başbakanı olması Avrupa’nın kaderini değiştirecektir. Bismark’ın “demir ve kan” veya “önce savaş, sonra barış” sözleriyle özetlenecek yoğun diplomasi ve savaş politikası, büyük devletler arasındaki rekabetten faydalanıp, uluslararası konjüktörü iyi değerlendirmesi sayesinde işe yaradı. Öncelikle Prusya’nın diğer Alman devletleri üzerinde nüfuzunu arttırabilmesi için aslında bir Alman devleti olmakla beraber, içerisinde farklı ulusları da barındıran Avustuya’yı saf dışı etmesi gerektiğini biliyordu. Diğer güçlerin tarafsızlığını sağladıktan sonra 3 Temmuz 1866’da Sadowa (Königgraetz) Savaşı’nda Avusturya’yı yenilgiye uğratmayı başardı. Savaşın sonunda 23 Ağustos’ta Avusturya ve Prusya arasında imzalanan “Prag Anlaşması” ile Elbe dükalıkları Prusya’ya geçerken, Kuzey ve Güney olmak üzere, İki Alman Federasyonu kuruluyor ve Kuzey, Prusya başkanlığına geçiyordu.

1871-1918 arası Alman İmparatorluğu. Bu coğrafî yapılanma, çok uluslu Avusturya İmparatorluğu’nun Almanca konuşulan bölümünü dışarıda bırakan küçük Almanya (Kleindeutsch) çözümünü temsil etmektedir.

Fransa-Prusya Savaşı (1870-1871)

Bismarck, ulusal birliğin yarısını gerçekleştirdiğinde hedeflerinin tamamına ulaşması karşısında tek engel Fransa kalmıştı. Diğer büyük devletlerin desteğini alamamasına karşın III. Napolyon savaş hazırlığına girişmiş ve 19 Temmuz 1870’te Prusya’ya savaş ilan etmiştir.  İkinci Fransa İmparatorluğu ve Prusya Krallığı arasında gerçekleşen savaşta Prusya, üyesi olduğu Kuzey Alman Konfederasyonu ve Güney Alman devletleri olan Baden, Württemberg ve Bavyera tarafından desteklenmekteydi. Demiryollarının daha verimli kullanımı ve Krupp Çeliğinden mamul top kalitesinin de etkisiyle 1 Eylül 1870’te Sedan Meydan Muharebesi’nde 200 bin kişilik Prusya ordusu 120 bin Fransız’a karşı kesin bir zafer kazanmıştır. Fransızlar savunmada kalmaları gerekirken silah ve insan gücü açısından üstün durumdaki Almanları hiç etkilemeyen saldırılar yapıyorlardı. Alman ordusu, yorgun Fransız birliklerini tek tek yutunca Kral III. Napolyon’u ve Mareşal Patrice de Mac-Mahon esir düştü. 2 Eylül’de III. Napolyon’un teslim oluşundan iki gün sonra, 4 Eylül 1870 tarihinde Paris’te devrim oldu ve Üçüncü Cumhuriyet ilan edildi. Fransız direnişi önce Millî Savunma Hükûmeti ve daha sonra Adolphe Thiers liderliği yönetiminde 5 ay kadar sürdü. İmparatorun Büyük Britanya’ya sürgüne gitmesinin ertesi günü, Almanlar Paris’i kuşattı. Paris 28 Ocak 1871 tarihinde düştü. Paris Komünü sürerken 10 Mayıs 1871’de imzalanan Frankfurt Antlaşması ile Bismarck, Fransa’nın Avrupa’daki üstünlüğüne son vererek, birlik yolundaki tüm engelleri ortadan kaldırmıştı.

18 Ocak 1871 I. Wilhelm Alman İmparatorluk tacını törenle giymiş bu surette Alman Ulusal Birliği resmen kurulmuştur. Avusturya’sız bir Almanya’nın kurulmasıyla, 1871 yılındaki siyasi ve idarî birleşme, en azından ikilik sorununu çözmüştür. Almanlar, Fransızların Alsace ve Lorraine vilayetlerini talep etmekle kalmayıp, Fransızları nakit savaş tazminatı ödemeye zorlamışlardı. Bunlar Fransızlar tarafından ağır bir hakaret olarak algılanmış ve iki ülkenin yıllarca düşman kalmasını sağlamıştır. Almanya, Avrupa’da büyük bir güç olarak ortaya çıkmışsa da batıdaki düşman Fransa’nın yanı sıra doğuda kendisinden daha kalabalık bir nüfusa sahip, muazzam genişlikte bir ülke olan Rusya’nın arasında kalmıştı.

Bismarck ve III. Napolyon’un Sedan Muharebesi’nden sonra görüşmeleri

İkili İttifak (1879)

Almanya, aynı anda hem Fransa hem de Rusya ile savaşmak zorunda kalmamasını sağlamak umuduyla Ruslarla dostluk aramış, Almanya, Avusturya-Macaristan ve Rusya imparatorlarının birbirlerine dostluk sözü verdiği ve Üç İmparatorlar Birliği olarak bilinen bir anlaşmayı hayata geçirmişse de uzun ömürlü olmamış Avusturya’nın Bosna’yı ilhakı ile Rusya Fransa ile ittifak kurarak Almanya’nın korkulu rüyası iki cepheli savaş ihtimalini güçlendirmiştir. Almanya’nın en güçlü ittifakı, Avrupa monarşilerinin en eskisi olan güneydeki komşusu Avusturya-Macaristan ile gerçekleşmiş, 7 Ekim 1879’da herhangi bir askeri çatışmada birbirini desteklemenin taahhüt edildiği İkili İttifak’ı kurmuşlardır. Her iki ülkede de aynı dil konuşulmasına ve aynı kültür paylaşılmasına rağmen, her zaman birbirlerinden bağımsız hareket etmişlerdir. Kaiser II. Wilhelm 1888’de iktidara geldiğinde Viyana ile bağlarını güçlendirdiyse de bu zayıf ortağın Rusya’yı dengeleyebilecek güçte olmadığını biliyor ancak Almanya’yı hiç istemediği bir savaşın içine çekebilecek kadar gözü kara olduğunu tahmin etmiyordu. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun en büyük zayıflığı aslında iki ayrı devletten ve başkentten (Viyana ve Budapeşte) oluşması ayrıca yönetimde söz sahibi olmayan Romenler, Boşnaklar, Slovaklar, Hırvatlar ve Sırplar gibi azınlıkların bu devlete bağlılık hissetmemesiydi.

1882-1914 arasında Üçlü İttifak Antlaşması’na dahil olan Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya.

Üçlü İttifak (1882)

Üçlü İttifak Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve İtalya arasında yapılanan ve 1882’den 1914’te I. Dünya Savaşı’nın başlamasına kadar süren askeri ittifaktır. İtalya Krallığı, 1881’de Fransa karşısında Tunus’taki sömürge yarışını kaybedince, Alman İmparatorluğu’na yakınlaşmıştır.  Böylece 1882 yılında Üçlü İttifak kurulmuşsa da İtalyan kamuoyu, İtalya’nın birleşmesine karşı ve halkı İtalyan asıllı Trento ve Istria’yı elinde tutan Avusturya-Macaristan ile müttefik olma konusunda isteksizdi. Üçlü İttifak’ın savunma amaçlı bir ittifak olması gerekirken Almanya ve Avusturya-Macaristan saldırıya geçtiği için İtalya başlangıçta savaşa girmemiştir. Sonrasında ise saf değiştirerek İtilaf Devletleri’nin yanında; Mayıs 1915’te Avusturya-Macaristan’a karşı, Ağustos 1916’da ise Almanya’ya karşı savaşa girmiştir.

Faşoda Buhranı (1898)

1884 Berlin Konferansı sonrasında İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya, Hollanda, Belçika, İspanya ve Portekiz, Afrika kıtasındaki sömürgelerini muhafaza etmek, sınırlarını genişletmek ve yeni sömürgeler elde etmek üzere büyük bir yarışa girmişlerdir. Bu yarışta İngiltere’nin hedefi kendi sömürge imparatorluğunun en önemli parçası olan Hindistan’a batıdan gelebilecek herhangi bir saldırıyı engellemek amacıyla Afrika’da Kuzey-Güney doğrultusunda bir sömürgeler zinciri yaratmayı amaçlamıştır. İngilizler, Güney Afrika, Botsvana, Zimbabve, Zambiya, Tanganyika, Kenya, Uganda, Sudan ve Mısır ülkeleri üzerinde egemenlik kurabilmek için bir dizi askerî harekâta girişmiştir. Fransa ise, Sahra bölgesinde tam bir egemenlik sağladıktan sonra, Batı-Doğu doğrultusunda ilerleyerek ve bu sayede Doğu Afrika’daki tek sömürgesi olan Cibuti ile bağlantı sağlayarak hem Sahra ticaretini tam anlamıyla tekeline almak hem de İngilizlerin Kuzey-Güney stratejisinde gedik açmayı amaçlamaktaydı. Sudan’daki Mehdi ayaklanmasının gücünün kırılmasından sonra 10 Temmuz 1898’de 150 kişilik bir Fransız birliği gelerek Fransız bayrağı çekmişti. 2 Eylül’de Omdurman Muharebesi’nde Mehdi kuvvetlerini yenilgiye uğratarak isyanı bastıran İngilizler de 18 Eylül’de Faşoda’ya ulaşarak, Fransız birliklerinin karşısına mevzilendiğinde Faşoda Buhranı veya Faşoda Olayı adıyla bilinen diplomatik kriz yaşanmıştı. Fransa’nın yeni Dışişleri Bakanı Théophile Delcassé Fransız donanmasının İngilizler karşısında çok zayıf olduğunu gördüğünden giderek önemli bir tehdit halini alan Almanya karşısında İngiltere ile müttefik olabilmek için Fransız kamuoyunun esasen Dreyfus Davası’na yoğunlaşmış olmasından da faydalanarak, 3 Kasım 1898’de hükümetinin Fransız birliklerine çekilme emri vermesini sağlamış böylece kriz abrışçıl bir şekilde çözülebilmişti. Sonuç Fransa’nın ulusal gururunu incitecek nitelikte de olsa da iki ülke ilişkileri arasındaki yumuşama 8 Nisan 1904’te İngiltere-Fransa Dostluk Antlaşması’nın imzalanmasıyla sonuçlanmıştır.

Rus-Fransız İttifakı (1894)

1870’de Almanlar tarafından yenilgiye uğratılmasına rağmen, kısa sürede toparlanan Fransa diplomatik yalnızlığına karşın hala güçlü bir devletti. 1882’de oluşan Üçlü İttifak sonrasında, Rusya dışarıdan gelebilecek saldırılara açık hale gelmişti. İki ülkenin yönetim şekilleri farklı olmasına karşın, bu nedenlerden dolayı birbirlerine yaklaştılar. 1888’de Fransızlar, Ruslara ordusunu ve demiryollarını yenilemeleri için düşük faizli borç vererek ilk adımı atmıştır. II. Wilhelm tahta çıktığında Otto von Bismarck’ı görevden almakla kalmamış, dış politikada sert adımlar atmıştır. Almanya, Rusya’yla imzalanmış olan Reasürans Antlaşması’nı yenilememiştir ki böylece Rusya Türk Boğazları’nı işgal ederse duruma göz yummayacağını göstermiştir. Rus-Fransız İttifakı görüşmelerinin ilk taslağı 17 Ağustos 1892’de hazırlanmış ve 4 Ocak 1894’te imzalanmıştır. Böylece Çar II. Nicholas tarafından yönetilen Rusya ile Fransa, askeri planları paylaşmayı ve savaş durumunda birbirlerini korumayı kabul ettikleri bir ittifaka girmişlerdi. Rus-Fransız İttifakı’nı,  8 Nisan 1904’te İngiltere-Fransa Dostluk Antlaşması ve 1907’de Britanya-Rusya Antantı izledmiş böylece Üçlü İtilaf ortaya çıkmıştır. Rusya’nın nüfusu Almanya’nın iki katından fazlaydı ve Fransa’nın mali desteğiyle Rusya’nın yakında Almanya’nın ekonomik egemenliğini tehdit edebileceği ortadaydı.

Britanya’nın Durumu

Dünyada sanayi devrimini yaşayan ilk ulus olarak, Avrupa kıtasının hemen dışındaki Britanya, Hindistan, Avustralya, Yeni Zelanda, Kanada ve Afrika ile Karayipler dâhil olmak üzere dünyanın dört bir yanına dağılmış kolonilerin sahibiydi. Koloniler, İngiliz malları için pazarlar ve İngiliz fabrikaları için hammadde sağlıyor, sağlam bankacılık sistemi güçlü ekonominin aksamadan çalışmasını sağlıyordu. Britanya 18. Yüzyıl ortalarında ilk sanayileşen Avrupa ülkesi olmakla birlikte 20. Yüzyıla girerken Avrupa’daki en canlı ekonomi Almanya’ya aitti. Almanya 1870 ile 1914 arasında kömür üretimi yüzde 800 arttırarak Britanya’ya rakip olmakla kalmamış, Britanya’nın iki katı kadar çelik, İngiltere, Fransa ve İtalya’nın toplamı kadar elektrik üretiyor, kimya sanayinde dünyaya öncülük ediyordu. Almanya’nın dünya imalatındaki payı 1880’de yüzde 8,5 iken yüzde 14,8’e çıkarken Britanya’nın kudretli imparatorluğunun sarsılmaması mümkün değildi.

Bir ada ülkesi olan Britanya, küresel güç ve çıkarlarını korumak için dünyanın en güçlü donanmasını inşa etmişti. Britanya, Almanya, Fransa ve Rusya’nın dünyanın diğer bölgelerinde koloniler veya ticaret ilişkileri kurma yarışına girmesinin eninde sonunda bir savaş getireceğinden endişe ediyordu. Rusya, Afganistan’da nüfuz kazanmak isterken, Almanya ve Fransa ve Afrika’daki nüfuzunu genişletmek istiyor, Almanya’nın Çin ve Batı Samoa’da ki kolonilerinin ileride kendi çıkarlarını tehdit edebileceğini görüyordu. İngiltere özellikle Alman yayılmasını kontrol altına almak istediğinden Fransa ve Rusya ile ittifak kurmayı tercih etmişti. 1904’te İngiltere ve Fransa ‘Antente Cordiale’ adlı antlaşmayı imzalayarak Afrika’da Fransa ile uzlaşırken, 1907’de Afganistan, İran ve Karadeniz’de rakip olduğu Rusya ile anlaşarak Üçlü İtilaf’ın ortaya çıkmasını sağlamıştı. Fransa ve Rusya, Almanya’nın Avrupa’ya hâkim olma arzusuna ancak birlikte karşı koyabileceklerinin farkındayken İngilizler imparatorluklarını yalnız başlarına koruyamayacaklarını anlamışlar, arasındaki çeşitli konularda hala rekabet içerisinde olan bu ülkeler kurdukları ittifakın barışı sürekli koruyacağına hissine kapılmışlardı.

Askeri Durum

HMS Dreadnought (Britanya savaş gemisi, 1906)

20. yüzyılın başlarında generaller zaferin savaşta en çok askeri en hızlı şekilde cepheye gönderebilen ordunun olacağına inanıyorlardı. Bu yüzden iyi eğitimli büyük orduları hazır bulundurmaya başladılar. En büyük ordu Rusya’ya ait olup, 1914’te barış zamanı 1.445.000 olan asker sayısı savaş durumunda 3.400.000’e çıkabiliyordu. Fransa ise barış zamanında 827.000 olan asker sayısını ve savaş zamanında 1.800.000’e çıkabiliyordu. Belçika, Sırbistan ve Karadağ gibi müttefiklerin orduları da bu rakamlara eklendiğinde barış zamanı 2.622.000 savaş zamanı ise 5.726.000 kişilik bir güç oluşturuyordu. Almanya 1912 ve 1913’te kabul edilen askerlik hizmeti kanunlarıyla asker gücünü arttırmışsa da barış zamanı 761.000 savaş zamanı 2.147.000, Avusturya-Macaristan ise barış zamanı 478.000, savaş zamanı ise 1.338.000 asker çıkarabiliyordu. Yani İkili İttifak güçleri İtilaf güçlerinden 2 milyondan fazla asker açığına sahipti. Rakamsal zayıflığına karşın Almanya’nın kıtadaki en gelişmiş demiryolu ağına sahip olduğu ikmal becerisi ve silah kalitesinin komşularından özellikle Rusya’dan çok iyi durumda olduğu göz ardı edilmemelidir. Bununla birlikte Almanya ve Avusturya-Macaristan, kıdemli bir Avusturyalı istihbarat subayının Rusya’ya askeri sırları satmasıyla ilgili 1913 casus skandalı sonrasında personel görüşmelerini kesmişti. Sonuç olarak, bu iki müttefik askeri bilgileri paylaşmayı bıraktı ve savaş planlamasını da koordine etmediğinden 1. Dünya Savaşı’na büyük bir zaafla girdi.

Alman-İngiliz deniz rekabeti

Almanya’nın bir kâbusu dünyanın en büyük donanması olarak bilinen Britanya donanması olup, bir savaş durumunda Almanya’ya yiyecek ve malzeme ithalatını

Alman Amiral Alfred von Tirpitz, 1897’den sonra Britanya’dan taviz vermeye zorlamak için Fleet in being yaratma stratejisinin ana mimarıydı.

ablukaya alabilecek kudrete sahipti. 1897’den itibaren Alman Amiral Alfred von Tirpitz’in İngiltere’yi diplomatik tavizler vermeye zorlamak için II. Wilhelm’in desteğiyle Alman Donanma varlığını güçlendirmiştir. 1906’da İngiliz Kraliyet Donanması’na ait HMS Dreadnought’un inşası denizcilik tarihinin seyrini değiştirmiş ve dretnot adı verilen sınıf ortaya çıkmış, büyük devletler denizlere hâkimiyet için bu tip gemileri inşa yarışına girmişlerdi. Almanya’nın 1908 tarihli deniz tasarısı ile Tirpitz’i deniz inşaatı oranını iyice arttırırken, İngiltere’de alarma geçerek, deniz üstünlüğünü koruyabilmek için 1910’da ek dretnotların finanse edilmesini dolayısıyla silahlanma yarışının kızışmasını sağladı. Avrupa’nın en büyük kara ordusunu ve İngiltere’den sonra ikinci en büyük donanmasını kurmak,  Almanya’nın maliyesine muazzam bir zarar vermişti. Bu yüzden 1912’den itibaren, silahlanma yarışında plan değişikliğine gidilerek, denizaltılarla ticaret gemilerine saldırılara odaklanan bir deniz stratejisi geliştirildi. 1914’e gelindiğinde Almanya’nın 17 ve Avusturya-Macaristan’ın 3 dretnotuna karşılık Britanya’nın 29, Fransa’nın 10 ve Rusya’nın 4 dretnotu vardı. Toplamda İttifak Güçleri’nin 20 drednotu ve 95,000 personeline karşılık, İtilaf güçlerinin 43 drednotu ve 331,000 bin personeli vardı. Yani sayısal üstünlük karada olduğu gibi denizlerde de Almanya’nın aleyhine idi. Silahlanma yarışı sırasında inşa edilen su üstü gemiler sadece sonuçsuz Jutland Savaşı’nda kullanılmış olup, Alman donanması İngiliz deniz üstünlüğünü hiçbir zaman ciddi bir şekilde tehdit etmedi. Bununla birlikte ticaret gemilere baskın stratejisi, savaş boyunca İngiliz ticaret gemiciliğini ve ithalatını sürekli olarak tehlikeye atmıştır.

İngiltere-Fransa Dostluk Antlaşması (1904)

8 Nisan 1904’te imzalanan Birleşik Krallık-Fransa Dostluk Antlaşması, Faşoda Buhranı’nın barışçıl bir şekilde çözümlenmesinden doğan yakınlaşmanın da etkisiyle Berlin Konferansı sonrasında Birleşik Krallık ve Fransa’nın aleyhine daha talepkâr hale gelen Alman dış politikasının doğal sonucu olarak ortaya çıkmıştı. Anılan antlaşma ile taraflar birbirlerinin Mısır ve Fas’taki hakimiyet hukukunu tanıdılar ve Süveyş Kanalı’nın hakimiyeti konusundaki 29 Ekim 1888 tarihli İstanbul Antlaşması’nın yürürlüğe girmesi konusunda mutabık kaldılar. Bu antlaşma Birleşik Krallık’ın yüzyıllardır başarıyla sürdürdüğü ve ‘mükemmel yalnızlık’ olarak tanımlanan kıta Avrupası’nın siyasi ihtilaflarına müdahil olmama ilkesini sona erdiren önemli bir adım olmuştur.

Rus-Japon Savaşı

Rus-Japon Savaşı, Japonya’nın Rusya’yı Uzak Doğu’daki yayılmacı politikadan vazgeçmek zorunda bıraktığı askeri çatışma olup,  Kore ve Mançurya üzerindeki nüfuz çekişmesinden kaynaklanan savaşın önemli sonuçlarından biri de bir Asya devletinin modern çağda ilk kez bir Avrupa devletini yenilgiye uğratmasıydı. Mayıs 1905’te Tsuşima Boğazlarındaki bir çarpışmada, Japon amirali Togo Heihaçiro Rus kuvvetlerine yardım etmek üzere Ekim 1904’te Baltık kıyısındaki Liepaja (Libau) limanından yola çıkmış olan ve Vladivostok’a ulaşmaya çalışan Amiral Z. P. Rojestvenski komutasındaki Rus Baltık Filosunu yok etti. Bu ağır yenilgiyle birlikte Rus Çarlığı’nda gelişen devrimci hareket, Çar II. Nikolay’ı barış görüşmelerine oturmaya zorlamıştır.

Birinci Fas Bunalımı (1905)

Birinci Fas Bunalımı veya Tanca Krizi, Mart 1905 ve Mayıs 1906 tarihleri arasında Fas’ın I. Dünya Savaşı öncesindeki konumu dolayısıyla oluşan uluslararası kriz olup, bir yandan Almanya’nın hem Fransa hem de İngiltere ile ilişkilerinin kötüleşmesine diğer yandan İngiltere-Fransa Dostluk Antlaşmasının oluşmasına yol açmıştır. 31 Mart 1905 günü Kayzer II. Wilhelm Fas’ın Tanca şehrine gelmiş, Fas Sultanı Abdelaziz’in temsilcileriyle görüştükten sonra Sultan’ın egemenliğini desteklemek için geldiğini bildirmiştir. Kaiser’den cesaret alan Sultan daha sonra Fransızların önerdiği bir takım hükûmet reformlarını reddetmiş ve dünyanın önde gelen devletlerini gerekli reformlar konusunda danışmak için Algeciras Konferansı’na davet etmiştir.  Fransa dış işleri bakanı Théophile Delcassé böyle bir konferansa ihtiyaç olmadığını savunduğunda Alman şansölyesi Kont Bernhard von Bülow bu gelişmelerden dolayı savaş tehdidinde bulunmuş, Haziran ayında Almanya ve Fransa karşılıklı sınıra asker yığınca gergin bir bekleyiş başladı. 16 Ocak 1906-7 Nisan 1906 arasında 13 ülkenin temsilcileri Algeciras Konferansı’nda toplandığında Alman tezleri sadece Avusturya-Macaristan İmparatorluğu tarafından desteklenirken İngiltere, Rusya, İtalya, İspanya ve Amerika Birleşik Devletleri Fransa’yı destekledi. Fransa Fas polisi üzerindeki kontrolünü bırakmayı kabul etti fakat Fas’ın siyasi ve mali işleri üzerindeki güçlü etkisi devam etti. Algeciras Konferansı Birinci Fas Bunalımını sadece kısa süreliğine çözdü. Üçlü İttifak ile Üçlü İtilaf arasındaki tansiyonu I. Dünya Savaşı’na giden yolda daha çok yükseltti.

Britanya-Rusya Antantı (1907)

19. yüzyıldan başlamak üzere stratejik bölgelerin büyük güçler tarafından paylaşılma mücadelesini tanımlayan Büyük Oyun’u sonlandıran Britanya-Rusya Antantı, 31 Ağustos 1907 yılında Sankt-Peterburg’da Rusya Dışişleri Bakanı Aleksandr İzvolski ve Britanya Büyükelçisi Arthur Nicolson tarafından imzalanmış olup, Rusya’yla Britanya İmparatorluğu’nun Asya’da nüfuz alanlarını belirlenmiştir. Rusya, Britanya’nın Afganistan üzerindeki protektorasını kabul etti ve Afgan Emiri ile doğrudan ilişki tesis etmeme taahhüdünde bulunmuş, Her iki taraf Tibet’i Çin’in bir parçası olarak tanıdı ve bu bölge üzerinde kontrole sahip olma girişimlerinden vazgeçeceklerini açıklamıştır. Kasr-ı Şirin – İsfahan – Yezd – Zülfekar hattı’nın kuzeyi Rus nüfus alanı, Bandar Abbas – Kirman – Bircand – Gezik hattının güneydoğusu Britanya nüfuz alanı olarak taksim edilmiştir.

Fas’ta çadırlı bir kampta hareket halindeki Fransız Ordusu birlikleri, 30 Mart 1912.

İkinci Fas Bunalımı (1911)

İkinci Fas Bunalımı veya Agadir Krizi, bir Fransız askeri gücünün Fas’ın iç kesimlerine konuşlandırılmasıyla tetiklenen kriz olup, Almanya, Fransa’nın genişlemesine itiraz etmemiş ancak kendisi için toprak tazminatı istemiş ve Fransa’yı savaş ile tehdit etmiştir. 21 Temmuz’da David Lloyd George, Londra’daki “Mansion House” konuşmasında ulusal onurun barıştan daha değerli olduğunu açıkladığı bir konuşma yaparak, Almanya’yı Fransa’ya mantıksız bir anlaşma dayatmaması konusunda uyarmıştır. 4 Kasım’da, Fransız-Alman müzakereleri, Fransız-Alman Anlaşması olarak anılan bir konvansiyona yol açtı; bu konvansiyona göre Almanya, Orta Kongo’nun Fransız Ekvatoral Afrikası kolonisinde (günümüzde Kongo Cumhuriyeti) toprak karşılığında Fransa’nın Fas’taki konumunu kabul etti. Neukamerun olarak bilinen bu bölge, Alman kolonisinin bir parçası oldu. Bölge kısmen bataklık olmakla birlikte Almanya’ya Kongo Nehri üzerinde bir çıkış noktası sağlamıştır. Bu olaydan sonra Berlin ile Londra arasındaki ilişkiler iyice bozulmuştur.

Trablusgarp Savaşı (1911-12)

1911 yılı İtalyan birliğinin ve krallığının kuruluşunun 50. yılına rastladığından, ülkede büyük bir milli heyecan yaratılmaya çalışılmış ve bu çerçevede İtalya’nın Trablusgarp üzerindeki eski iddiaları dile getirilmiştir. Milliyetçiler Libya seferini eski Roma İmparatorluğu günlerindeki Akdeniz siyasetinin dönüşü olarak görürken, Katolikler İslam’a karşı yeni bir Haçlı seferi olarak tanımlıyorlardı. İtalyan kamuoyunun kayda değer bölümü ise güneydeki bu yeni koloniye, dış göçe son verecek bir toprak parçası olarak bakmaktaydı. İtalya’nın daha 1900’de Fransa ile yaptığı gizli antlaşmaya göre, Fransa Fas’ta yeni menfaatler elde ederse, İtalya’nın Trablusgarp için harekete geçmesine göz yumacaktı. 24 Nisan 1911’de Fransız ordusu Fas’a girdiğinde İtalya başbakanı Giovanni Giolitti Trablusgarp’a karşı harekete geçmek için sabırsızlanan İtalyan kamuoyunun baskısına da dayanamayarak savaş isteğini açıklamıştır. İtalya, 23 Eylül 1911’de Osmanlı hükûmetine bir nota vermiş ardından 28 Eylül günü ise İtalya, Osmanlı Devleti’ne bir ültimatom vererek, 48 saat içinde Bingazi ve Trablusgarp’ın İtalyan yönetimine bırakılmasını ve İtalya’ya yıllık vergi verilmesini talep etmiştir. Az sayıda Osmanlı askeri yerel desteğinde sayesinde İtalyanlara karşı başarıyla direnmişse de 8 Ekim’de Karadağ’ın Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan etmesiyle Balkan Savaşları başlayınca, Osmanlı İmparatorluğu her ne pahasına olursa olsun İtalya’yla barışa razı olmuştur. Ege Denizi’ndeki İtalyan donanması, Makedonya’ya yardım gönderilmesini engelliyordu. Sonuçta İtalya’nın şartları kabul edildi ve 15 Ekim 1912’de İsviçre’nin Ouchy (Uşi) kentinde antlaşma imzalandı.

Balkan Savaşları (1912-13)

18 Ekim 1908 tarihli kapağında Le Petit Journal gazetesi Bosna krizi’ne temas eden kapağında I. Ferdinand’ı Bulgar Prensliği’ni, Avusturya-Macaristan İmparatoru Franz Joseph’i Bosna-Hersek’i ele geçirirken, II. Abdülhamid’i de Bosna-Hersek’i ararken tasvir etmiştir.

Rusya felaketle sonuçlanan Rus-Japon savaşının (8 Şubat 1904 – 5 Eylül 1905) yaralarını sarmış, yeniden batıdaki geleneksel düşmanlarına odaklanmıştı. Fırsattan istifade eden İtalya, Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp Vilayeti’ne bağlı Trablusgarp, Fizan ve Sirenayka bölgeleri ile Ege Denizi’ndeki Rodos ve On İki Ada’yı ele geçirmiştir. Osmanlı’nın zayıflığı ortaya çıktığında dört küçük Balkan devletinden (Bulgaristan Krallığı, Sırbistan Krallığı, Yunanistan Krallığı ve Karadağ Krallığı) oluşan Balkan Birliği, Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlardaki topraklarının çoğunu ele geçirmeye cesaret edebildi. 8 Ekim 1912 – 30 Mayıs 1913 tarihleri arasında yaşanan Balkan Savaşları sırasında Bulgaristan ordusu, Çatalca’ya kadar ilerleyerek, İstanbul’u tehdit etme fırsatını bulurken Sırbistan, Karadağ ve Yunanistan orduları, Makedonya’yı tamamen işgal etmişlerdir. Yunanistan, Gökçeada ve Bozcaada dışındaki Ege Adaları’nı işgal ederken, diğer Balkan ülkelerini kendine karşı tehdit olarak gören Arnavutluk, bağımsızlığını ilan etmiştir. Osmanlı İmparatorluğu yeni kurulan devletler karşısında büyük bir yenilgiye uğrayıp, Meriç Nehri’nin batısındaki tüm topraklarını kaybederken, Ege Adaları’nın kaderini büyük devletlerin eline bırakmak zorunda kalmıştır. Osmanlı’nın terk etmek zorunda kaldığı bir yandan Balkan coğrafyasına Avusturya-Macaristan davetsiz bir şekilde girerken diğer yandan yeni kurulan Slav devletleri Avusturya-Macaristan ve Osmanlı’ya karşı Rusya’yı koruyucu olarak görmesi Rusya’nın ilgisini bu coğrafyaya davet ediyor ve bölgedeki siyasi tansiyonu arttırıyordu. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Slav milliyetçiliğini ve Rusya’nın Slav hamiliği ile Balkan siyasetine müdahil olmasını kendine tehdit olarak görüyordu. Bu sebeple 1914’te Franz Ferdinand’a karşı düzenlenen suikastın yarattığı öfke ve öç alma isteği, Rusya’nın destek vermeye çekineceği umularak Sırbistan’ı dolayısıyla Slav birliği düşüncesini ezmek için Viyana’da mükemmel bir bahane olarak görülmüştü.

Saraybosna Suikastı

Birinci Dünya Savaşını Başlatan Suikast. Saraybosna, 1914

Saraybosna Suikastı, 28 Haziran 1914 saat 01.15’te Arşidük Franz Ferdinand’a Gavrilo Princip adındaki bir Bosnalı Sırp tarafından suikast düzenlenmiş olayın ardından Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Sırbistan’a savaş ilan etmiştir. Saraybosna Suikastı’nın detaylarını Birinci Dünya Savaşını Başlatan Suikast başlıklı makalemde okuyabilirsiniz.

Savaşın İlanı

Arşidük’ün suikastı, Orta Avrupa’da tam anlamıyla yangın çıkarmıştı. Yüzyıllardır bölgede suikastlar ve şiddet olayları olmuştu ve kesinlikle gelecekte daha fazlası da olacaktı. Suikast, bugün devlet destekli terör eylemi olarak adlandırdığımız şeydi. Avusturya-Macaristan, uluslararası topluma Sırp hükümet yetkililerinin gerçekten de dahil olduğunu gösterebilseydi Sırbistan’dan tazminat talep etme hakkına sahipti. Diplomatik açıdan Sırbistan’ı küçük düşürebilir ve hırpalayabilirlerdi ama yapmadılar. Avrupa sistemi de 1914’ten önce şokları emebildiğini kanıtlamıştı ancak bu sefer nedense bu mekanizma çalışmadı. Avusturya-Macaristan ile Sırbistan arasında, toprak anlaşmazlıkları nedeniyle birkaç yıldır zaten yükselmekte olan gerginlikler daha da artmıştı.

Sınırlı kanıtlara rağmen, Avusturya-Macaristan altın bir fırsat olarak gördüğü suikasttan Sırp hükümetini sorumlu tutmuş ve Sırp sorununun çözümünün iki Balkan savaşından güçlenerek ve daha da iddialı olarak çıkan Sırbistan’ı topyekûn işgal olduğuna karar vermişti. Avusturya-Macaristan Ordusu’nun başı Franz Conrad von Hötzendorff, Sırbistan’la neredeyse her yıl sadece İmparator ve kabine tarafından reddedilecek bir savaş için gözden geçirilmiş planlar sunmuştu. Üstelik ilk defa Viyana saldırgan değil kurban gibi görünüyordu. Ancak bu planın önünde büyük bir engel vardı: Sırbistan ile yakın etnik, dini ve siyasi bağları olan Rusya muhtemelen bir işgal sırasında yardıma gelecekti. Düşük kalite silahlara ve kötü eğitimli askerlere sahip olmasına rağmen, Rusya’nın devasa ordusu Avusturya-Macaristan’ı kolayca mağlup edebilirdi. Viyanadakiler, Rusya’nın Rus-Japon Savaşı’nda yenilgisinin sersemliğiyle 1908’de Avusturya-Macaristan Bosna’yı ilhak ettiğinde yaptığı gibi diplomatik bir protesto yapmaktan başka bir şey yapmayacağını umuyordu. Yine de Rusya’dan gelen tehdidi ciddiye alan Avusturya-Macaristan, saldırı planlarını erteleyerek kuzeydeki iyi silahlanmış müttefiki Almanya’ya dönmüş, 5 Temmuz 1914’te   Alman imparatoru Kaiser II. Wilhelm ile şahsen görüşmek üzere bir elçi göndermiştir. Kaiser, ordusu savaşa hazırlıksız olan Rusya’nın askeri olarak yanıt vermesinin olası olmadığını düşünüyordu ayrıca Çar II. Nicholas’ın kuzeniydi ve sorunu diplomatik yoldan halledebileceğini umuyordu. Bu yüzden Rus birlikleri Avusturya-Macaristan’ın karşısına çıkarsa Almanya’nın yardıma geleceği sözünü verdi ki bu garantiye tarihçiler ‘boş çek’ adını vermişlerdir. Almanlar, Rusya’nın krize müdahale etme ihtimalinin düşük olduğunu ve bir Balkan ülkesi uğruna savaşı göze alamayacağını tahmin ediyorlardı. Beklendiği gibi, Ruslar hiçbir şey yapmazsa, Avusturya-Macaristan çok az bir bedel karşılığında diplomatik bir zafer kazanacak, Avrupa’nın diğer büyük güçlerinin dahil olmak için hiçbir nedenleri kalmayacak ve Almanya, yeniden enerji kazanan Avusturya-Macaristan ile olan ilişkisinden kazançlı çıkacaktı. O zamana dek Faşoda Krizi, Fas Krizi ve daha nicesi her iki tarafa da seçeneklerini yeniden değerlendirmesi için uzun zamana tanıyan bir süreçte diplomatik olarak çözülmüştü. Genellikle krizden en az etkilenen büyük güç çözüme ulaşmak için müdahale ediyor, herkesin masadan bir şeyle çıkmasına izin veren sınır düzenlemeleri gibi anlaşmalarla sorunlar barışçıl olarak çözülebiliyordu. Avrupa kamuoyunda Arşidük suikastinin yarattığı krizin çözümünün de bu şekilde çözümlenmesi bekleniyordu savaş meydanında değil mesele Londra veya Paris’teki bir konferans salonunda konuşulacaktı. Ancak tarih beklenmedik şekilde aktı…

23 Temmuz 1914’te Avusturya-Macaristan hükümeti Sırbistan’a kabul edilemez olması niyetiyle kaleme alınmış, oldukça aşağılayıcı nitelikte on talep içeren bir Ültimatom yayınlamıştır. Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Sasonov metni gördüğünde «C’est la guerre européenne» (Avrupa savaşı) ifadesini kullanacak denli önünü görebilmiştir. Bununla birlikte 25 Temmuz’da Sırbistan, Avusturya’nın suçlulara karşı yargı sürecine katılımına ilişkin birkaç koşul dışında, Avusturya-Macaristan’ın taleplerini neredeyse tamamen kabul etmiştir. Avusturya-Macaristan’ın tepkisi hızlı olmuş, Sırbistan’daki büyükelçiliği, Sırbistan’ın cevabını aldıktan sonra yarım saat içinde kapanmış, tam üç gün sonra, 28 Temmuz’da Avusturya Sırbistan’a Savaş ilan etmiştir.

29 Temmuz günü ise Avusturya’nın ilk top mermileri Sırbistan’ın başkenti Belgrad’a düşmüştür. Avusturya’nın Belgrad’a saldırdığı haberi üzerine Rusya, 30 Temmuz 1914’te askerlerine seferberlik emri vermiştir. Bu tavrı Rusya’nın savaşa gitme konusundaki nihai kararı olarak yorumlayan Almanya, derhal kendi seferberliğini emretti. Kuzenler bu sırada ateşli bir telgraf trafiği başlatmışlarsa da birbirlerini sadece ihtiyati tedbirler aldıklarına ikna edemediler. İngiltere diplomatik olarak müdahale etme girişiminde bulundu, ancak işe yaramadı. 1 Ağustos’ta Almanya’nın Rusya Büyükelçisi, Rus dışişleri bakanına bir savaş ilanı verdi. 3 Ağustos’ta Almanya, Schlieffen Planına göre Fransa’ya da savaş ilan etti. Almanya, tarafsız ülkelerle ilgili kendi antlaşmasını ihlal ederek, Fransa’nın en az tahkim edilen sınırına ulaşmak için tarafsız ülke Belçika’yı geçme niyetini açıkça ortaya koydu. Belçika ile savunma anlaşması bulunan İngiltere, ertesi gün 4 Ağustos’ta Almanya’ya savaş ilan ederek, savaşa dahil olan ülke sayısını altıya çıkardı ki kısa sürede daha fazlası müdahil olacaktı.

Havada uçuşan savaş tehditlerine rağmen tarafların seferberliğe hazır olmadıkları da ortadadır. 25 Temmuz’da Ruslar tüm ülkeye değil sadece Kiev, Odessa, Moskova ve Kazan bölgelerinde seferberlik emri vermişti ancak Rus generaller, politikacılarına tam bir seferberlik çağrısında bulunduğunda Çar 31 Temmuz’da Rus kuvvetlerinin Macaristan ve Alman sınırlarına doğru seferbe edilmesi emrini vermiştir. Kaiser yalnızca doğu sınırında bir seferberlik emri verdiğinde üst düzey subayları kendisine seferberlik planlarının olmadığını söylemişlerdi. General, Helmuth von Moltke, Almanya’nın tam anlamıyla harekete geçmesi gerektiğini ya da hiç hareket etmemesi gerektiğini savunarak tam seferberlik istemişti. 1870’te bu fiyaskonun tekrarlanmasını istemeyen Fransızlar ise hızlı davranmış, Fransız Ordu Komutanı General Joseph Joffre, hükümeti, seferberlik emri vermek için beklediği her 24 saatte, 15 ila 20 kilometre Fransız topraklarının kaybedilmesi anlamına geldiği konusunda uyarmıştı.

Son Sözler

Alman genelkurmayı bir noktada Rusya ile savaşın kaçınılmaz olduğunu biliyordu. Bu nedenle, Rus ordusu modernize olup daha büyük bir tehdit oluşturana kadar beklemek yerine, hala kötü silahlı ve eğitimsiz iken bir an önce savaşmanın daha iyi olacağını düşünüyordu. Hatta bazı tarihçiler, Almanya’nın Avusturya’yı Rusya ile savaş başlatmak için kasıtlı olarak Sırbistan’la savaşmaya teşvik ettiğini iddia etmiştir. Bu teoriye göre Almanya’nın hatası İngiltere’nin savaşın dışında kalacağını ummasıydı. Arşidük’ün öldürüldüğü anda, İngiliz ve Alman denizcileri Kiel’deki donanma haftası törenlerinde birlikte parti yapıyordu. Kaiser Norveç’e bir gemi yolculuğuna çıkmıştı, İngiltere Dışişleri Bakanı Sir Edward Gray alabalık tutmaya gitmişti hatta birkaç üst düzey askeri şahsiyet yakında savaşacakları ülkelerde tatildeydi. Savaşa bu kadar yakınken kimse yaklaşan tehlikenin farkında değildi. Almanlar, bir savaşın iki cepheli bir savaş olacağını ve bu nedenle hem Fransa hem de Rusya ile savaşmaları gerekeceğini varsaydılar ancak 1870’teki kendi savaşlarından ders almadan hızlı zafer peşinde koşarak büyük bir hata yaptılar.

Peki İngiltere neden Almanların umduğu gibi savaşın dışında kalmadı? Almanya’nın Rusya’ya karşı yukarıda açıklanan endişelerini İngilizler de Almanlara karşı hissediyordu. Dünyanın her yerinde yer alan sayısız kolonisini, dünyadaki en büyük deniz gücü olması sayesinde elinde tutabilen İngiltere Alman sanayi ve askeri gücünün gelişiminden endişeliydi. Almanya’nın gittikçe artan ekonomik gücü, sanayisi, hızla büyüyen ordu ve donanması Avrupa’daki güç dengesini değiştiriyordu. Daha da güçlenmeden önce durdurulması için ele geçen fırsat değerlendirilmeliydi.

Fransızlar Alman işgalinden korkmakla birlikte 1871’de kaybedilen Alsace ve Lorraine’i ancak böyle bir savaşta ele geçirebileceklerini umuyorlardı.

Rusya’da büyük bir istikrarsızlık dönemi yaşanırken Rusya’nın savaşa girmesini açıklamak kolay değildir. Slavların lideri ve koruyucusu olma misyonu şüphesiz Çar’a büyük prestij kazandıracaktı ancak o zamanki Rus ordusunun kötü durumu düşünüldüğünde modern ve militarist Almanya ile topyekûn bir savaşı almak büyük riskti. Muhtemelen Çar milliyetçi eğilimleri olan danışmanları ve komutanlarının etkisi altında geri adım atamadı.

Balkan savaşlarında Rusya’nın Boğazları ele geçirmek istediğini açıkça anlayan Osmanlı devleti ise Rus tehlikesini bertaraf etmek için güçlü bir devletin ittifakına ihtiyaç duymaktaydı. Rus tehlikesine karşın bu ülkenin müttefikleriyle Londra ve Paris’te yaptığı temaslardan olumlu bir sonuç elde edemeyince Rusya’nın doğal rakibi Almanya’ya ümit bağlamak zorunda kalmıştır. Birinci Dünya Savaşı başladığında tarafsızlığını ilan eden Osmanlı Devleti, sınırlı kaynakları ve kötü donanımlı ordusuyla tarafsızlığını sürdürmesi ya da en azından savaşın alacağı şekil belli olmadan savaşa girmemesi gerekirken kaybettiği bazı toprakları geri alma umuduyla Almanya’nın savaşa girdiğinin ertesi günü yaptığı anlaşma gereği bir oldu bitti ile Almanya’nın yanında savaşa girmiştir.

Savaşan ülkeler siyasi hedefler yerine savaş alanında zafer kazanmayı amaçladığından hızlı bir zafer umutları ortadan kalktığında müzakere edilecek hiçbir şey olmadığını gördüler. Ne askerler ne de generaller bir süre sonra kimse artık ne için savaştığını bilmiyordu bu nedenle ellerinde de müzakere edecek hiçbir şeyleri yoktu. Hepsi sözde meşru müdafaa yapıyordu ve topyekûn savaşın tam bir zaferle sonuçlanmasını istiyordu. İnsan hayatı ve diğer kaynaklar açısından akıl alamaz kayıplar yaşanırken katlanılan maliyet ve fedakarlıkları haklı çıkarmak için savaştan bir şey çıkması gerekiyordu. Böylece savaş daha derinleşti ve siperlerde gençlerin birbirinin karnını deştiği toplu bir cinnete dönüştü. 1914’ten alınamayan dersler 1939’da başka bir cinnetin yaşanmasına sebep olacaktır.

 

Kaynakça

 

Albertini, Luigi. The Origins of the War of 1914, C. I. New York: Enigma Books, 2005

Andonyan, Aram. “Balkan Harbi Tarihi”. (Çev: Zaven Biberyan), Sander Yayınları. İstanbul, 1975

Armaoğlu, Fahir. 19.yy Siyasi Tarihi (1789-1914). Ankara, TTK, 2003.

Bosco, Peter I., John Stewart Bowman. World War I. New York: Facts on File, 1991

Bridge, Roy and Roger Bullen, The Great Powers and the European States System 1814–1914, 2nd ed. Longman, 200

Clare, John D. First World War. San Diego, CA: Gulliver, Harcourt Brace, 1995

Clark, Christopher. The Sleepwalkers: How Europe Went to War in 1914. Harper, 2012

Crankshaw, Edward. Bismarck. New York, The Viking Press, 1981

Fromkin, David. Barışa Son Veren Barış, Modern Ortadoğu Nasıl Yaratıldı 1914-1922, Çev: Mehmet Harmancı. İstanbul, 1989.

Haythornthwaite, Philip J. The World War One Source Book. London: Arms and Armour Press, 1992

Hodge, Carl Cavanagh. Encyclopedia of the Age of Imperialism, 1800-1914. Greenwood, 2008

Howard, Michael. The Franco-Prussian War: The German Invasion of France 1870–1871. Routledge, 1991

Kann, Robert. A History of the Habburg Empire. University of California Press, 1974

Kazım Karabekir, Birinci Cihan Harbine Nasıl Girdik, İstanbul, 1994.

Kennedy, Paul M. The Rise and Fall of the Great Powers. Boston: Allen & Unwin, 1989

Otto von Bismarck.(Çev: N.Akipek), Düşünceler ve Hatıralar, c.1, İstanbul, 1965.

Pinnow, Herman. (Çev: F.Baldaş), Almanya Tarihi, c.2. İstanbul, 1940.

“Protocol between Austria-Hungary and Turkey”. The American Journal of International Law. 3 (4). 1909. ss. 286-89. doi:10.2307/2212637.

Ross, Stewart. Causes and Consequences of World War I. Austin, TX: Raintree Steck-Vaughn, 1998.

Sked, Alan. Decline and Fall of the Habsburg Empire 1815–1918. London, Longman, 2001

Sommerville, Donald. World War I. History of Warfare. Austin, TX: Raintree Steck-Vaughn, 1999.

Stewart, Gail. World War One. San Diego, CA: Lucent, 1991.

Stokesbury, James L. A Short History of World War I. New York: William Morrow, 1981

Ülman, A. Haluk. Birinci Dünya Savaşına Giden Yol, Ankara, 1972.